top of page

ARTICLES

​EREN EYÜBOĞLU - Istanbul, Turkey 1955

EREN EYÜBOÄžLU - Istanbul, Turkey 1955

Laleper Aytek

Pera Müzesi Sergi KataloÄŸu

Kasım 2013

​

Yıldız Moran

​

Toplumların tarihlerini yapan kiÅŸisel tarihlerdir. Bu, sanat tarihi ve 1839’da bulunuÅŸundan bu yana ayrı tutularak (ısrarla sanat kategorisinde deÄŸerlendirilmeyerek) kendi tarihini oluÅŸturan fotoÄŸraf için de geçerlidir. Bu tarihler her dönemde ve her ülkede belirli akımlar ve yaklaşımlar çevresine dahil edilen sanatçılarla oluÅŸur ve oluÅŸmuÅŸtur. Ancak hiçbir tarihin tek bir yorumu/okuması yoktur; özellikle sanat-hayat ekseninden bakıldığında. Ve bu doÄŸası nedeniyle eksiktir her tarih. Ötekine ihtiyaç duyar; baÅŸka okumalara, bakılmamış yaklaşımlara, sanatçılara ve bu sanatçıların iÅŸleriyle birlikte yeniden yorumlanmasına.

 

Kendi dönemlerinde (belki sadece herhangi bir akım ya da grupla yakın iliÅŸkisi ol-a-madığı için) hiç bakılmayan, önemsenmeyen hatta göz ardı edilerek yok sayılan sanatçılar ve iÅŸleri farklı dönemlerde yeniden okunduklarında önce kendi tarihlerini, ardından da dünya sanat tarihini zenginleÅŸtirici, çoÄŸaltıcı bir rol oynar. Yıldız Moran, Türkiye (ve aslında dünya) fotoÄŸraf tarihi açısından böyle bir isimdir.

 

FotoÄŸrafla 1950 yılında tutkuyla baÅŸlayan iliÅŸkisi bir baÅŸka tutku nedeniyle 12 yıl sonra sona ermiÅŸ olsa da, Robert Kolej’in ardından fotoÄŸraf eÄŸitimi almak üzere gittiÄŸi İngiltere’de açtığı beÅŸ sergi (ve Cambridge’de açtığı bir sergisinde bir günde 25 fotoÄŸrafı satılan), 1955’de döndükten sonra Türkiye’de; İstanbul, BeyoÄŸlu Kallavi Sokak 20 numarada Yıldız V. Moran Portre ve Peyzaj FotoÄŸraf Stüdyosu’nda yaptığı çalışmaları, 1955-1957 arasında İstanbul ve Ankara’da açtığı dört sergi, 1970-1988 yılları arasında İstanbul’da açtığı dört retrospektif sergiyle fotoÄŸraf tutkusunu ve dönemin fotoÄŸrafçılarından ayrılan kiÅŸisel-görsel dilinin gücünü açıkça ortaya koyar.

 

Türk fotoÄŸrafının akademik eÄŸitim almış ve profesyonel anlamdaki ilk kadın fotoÄŸrafçısı olmasına; ulusal ve uluslararası sergiler açmış olmasına karşın, Yıldız Moran’ın fotoÄŸrafçılığı ile ilgili bilinenlerin bu derece az olması, Türkiye ve dünya fotoÄŸraf tarihi açısından önemli bir gözardı ve kayıptır.

 

Bir fotoÄŸraf tarihi ve geleneÄŸi öz(n)el olan dışarıda bırakılarak oluÅŸturulamaz. Tarih göstermiÅŸtir ki böylesi çabalar bir örnekleÅŸ(tir)me tehlikesi taşır. FotoÄŸraf seçime dayalı bir tekniktir. Seçimi yapan da vizörün ardındaki gözdür. Bu göze ait kiÅŸisel kurgu öncelikli olarak iç göz ve içgörünün geliÅŸtirilmesi ve dış göze feda edilmemesine baÄŸlıdır. FotoÄŸrafçı kendi algı ve seçimlerini dış bakışlara, genel eÄŸilim ve tercihlere feda ettiÄŸi sürece kendine ait olanı ortaya çıkaramaz.

 

Uzun yıllar resim sanatının gölgesinde, sanat olup olmadığı sürekli tartışılan bir ifade biçimi olarak fotoÄŸraf gerçek dönüÅŸümünü iki dünya savaşının sona ermesiyle birlikte, 20. yüzyılın ikinci yarısından baÅŸlayarak yaÅŸar. Fotografik görüntü artık sadece “objektif bir kayıt” deÄŸil, fotoÄŸrafçının bakışıyla biçimlenen, kurgulanan, fotoÄŸrafçının kendi kiÅŸisel tarihinin de bir parçası olan “sübjektif” yani “taraflı” bir belgedir de. Görüntünün nasıl oluÅŸtuÄŸu, nasıl çoÄŸaltıldığı yani nasılı kadar, ne olduÄŸu da önem kazanmaya baÅŸlar.

 

FotoÄŸrafçılar da herkes gibi dünyayı içinde yaÅŸadığı toplumsal, tarihsel, sosyal, siyasal ve ekonomik koÅŸullarla birlikte algılar ve yaÅŸar. Anlam verme, algılama ve yorumlamanın kiÅŸiler üzerindeki farklı tezahürü, tecrübelerin tortularıyla ÅŸekillenen yaÅŸamlar izleyenden (fotoÄŸraf çeken) izlenene (fotoÄŸraflanan) oradan da izleyiciye geçerek geniÅŸler.

 

Bu geniÅŸleme tarihimizde, algımızda, varoluÅŸumuzda farklı sorulara ve akıl karışıklıklarına ve bilmediÄŸimiz görme deneyimlerine yol açarak bizleri dönüÅŸtürdüÄŸü gibi deÄŸiÅŸtirir de. FotoÄŸraf bu anlamda etkili ve güçlü bir aracıdır. Dolayısıyla, denilebilir ki fotoÄŸraf iki yüzyıla yaklaÅŸan tarihinde genelden özele, doÄŸrudan olandan olmayana kısaca dışardan içeriye doÄŸru karmaşık ve zor(lu) bir yol izlemiÅŸtir.

 

Roland Barthes, Camera Lucida’da basın fotoÄŸraflarını; “onlara bakarım, onları anımsamam; hiçbir ayrıntı (kıyıdaki, köÅŸedeki) okumamı bölmez: onlarla ilgilenirim (tüm dünyayla ilgilendiÄŸim gibi), onlara âşık olmam” diye tarif eder. (Roland Barthes, Camera Lucida, AltıkırkbeÅŸ Yayınları, 2011, s. 55)

 

Yıldız Moran’ın fotoÄŸraflarını ilk gördüÄŸümde (yıllar önce Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin Kadın FotoÄŸrafçılardan Bir Kesit baÅŸlığıyla hazırladığımız 1992 yılı ajandası için) böylesi bir yarala(n)manın izini, sesini hissetmemiÅŸtim. Edgar Allen Poe’nun “Huysuz olmayan biri, ÅŸair deÄŸildir” tanımı gibi, Yıldız Moran’ın da (o dönemdeki pek çok fotoÄŸrafçımız gibi) uysal bir fotoÄŸrafçı olduÄŸunu düÅŸünmüÅŸtüm; kendine deÄŸil daha çok dışarıya bakan, iç gözlemden çok dış gözlemlere ya(t)kın olan. Ta ki, ortanca oÄŸlu Olgun Arun’un arÅŸivindeki fotoÄŸrafların pek çoÄŸuyla karşılaÅŸana dek.

 

GördüÄŸüm ilk fotoÄŸraflardan baÅŸlayarak, bugüne kadar gördüÄŸümüz ya da bize gösterilmek üzere seçilen karelerin çok ötesinde, Yousuf Karsh’ın ifadesiyle, “insanların en derinlerindeki kendilerini dünyadan saklamak için taktıkları maskelerin kısa bir süreliÄŸine kaldırıldığı” (Mary Price, FotoÄŸraf-Çerçevedeki Gizem, Ayrıntı Yayınları,1994, s. 162.) fotoÄŸrafları bana ilk anda Tina Modotti’nin yaklaşımını ve fotoÄŸraflarını hatırlattı. İki ayrı kuÅŸak (Yıldız Moran 1932’de doÄŸuyor, Tina Modotti ise 1942’de ölüyor), ayrı kıtalar, bütünüyle farklı dünyalar ve yaÅŸanmışlıklar olsa da, bu çaÄŸrışımı Moran’ın daha önce gördüÄŸüm hiçbir fotoÄŸrafında yakalamamıştım. Daha önce gördüÄŸüm az sayıda fotoÄŸrafı Yıldız Moran’ın iç sesinin tanığı olan, izleyene dokunan hatta dikkatini bölen fotoÄŸraflar deÄŸildi. Tam tersine Türk fotoÄŸrafında o dönemlerde baskın olan yaklaşımın izlerini taşıyan karelerdi. Bunlar, dünya fotoÄŸrafında 1900’lerle birlikte Paul Strand’la baÅŸlayan modern fotoÄŸrafın I. Dünya Savaşı öncesi “doÄŸrudan fotoÄŸraf” çizgisini çaÄŸrıştıran akımın 1960’lar Türkiyesi’ndeki oldukça geç yansımalarına baktığımızda “sosyal gerçekçi” diyebileceÄŸimiz Anadolu’dan karelerin (genellikle köylü kadınlar, çocuklar, daÄŸlar vb. ) örneÄŸi niteliÄŸindeydiler.

 

Susan Sontag FotoÄŸraf Üzerine’de “fotoÄŸrafın bulunduÄŸu ilk onyıllarda fotoÄŸraftan beklenen idealleÅŸtirilmiÅŸ görüntüler sunmalarıydı” (Susan Sontag, FotoÄŸraf Üzerine, Agora Kitaplığı, 2008, s.32) tespitini yapar. Bu yaklaşımın 80’li yılların neredeyse sonuna kadar (Åžahin Kaygun’u bu çerçevenin dışında tutarak) Türk fotoÄŸrafı için de geçerli olduÄŸu söylenebilir. FotoÄŸrafta aranan “ideal güzellikler”dir; güzel doÄŸa, güzel daÄŸlar, ovalar, güzel gün doÄŸumları ya da gün batımlarıdır. Yıldız Moran’ın İspanya ve Portekiz’de çektiÄŸi fotoÄŸrafları arasındaysa estetik arılık yahut idealleÅŸtirme anlayışından uzak, Sontag’ın belirttiÄŸi gibi; “öncelikle ‘oradaki’ bir ÅŸeyi göstermenin peÅŸinde” olmayan, Arbus’un “haylazlık” olarak tarif ettiÄŸi bir yaklaşımın izleri hâkimdir.

 

Ne var ki hayatlarımız güzelleÅŸtirmeler kadar, hatta belki daha da çok kayıpların, eksilmeler üzerinden hayatlarımızı ve kendimize ait olanı yeniden kurgulamalarımızın, sorgulamalarımızın ve karşılaÅŸmaların bir toplamıdır. Maruz kaldığımız ya da bırakıldığımız hayatlarımız ancak yok sayılanlar, göz ardı edilenler, çemberin dışında bırakılanlarla birlikte ömür olur. FotoÄŸrafı tek başına “güzel” yahut “ideal” görüntüler üzerinden yapmaksa hayatı da, sanatı da eksiltir, yoksullaÅŸtırır. Moran’ın İngiltere yılları sırasında Portekiz’de, İspanya’da ve Türkiye’ye döndükten sonra da İstanbul’da ve Anadolu’da çektiÄŸi fotoÄŸrafların özellikle kendi döneminden farklı bir yaklaşımın izlerini taşıyan atipik fotoÄŸraflar olduÄŸunu söyleyebiliriz.

 

Yıldız Moran’ın fotoÄŸraflarındaki dil, fotoÄŸrafı yapan zamanın uzunluÄŸunda deÄŸil, ânın yoÄŸunluÄŸunda olduÄŸunun bir kanıtı gibi. Hayata geniÅŸ, anıtsal karelerden deÄŸil, alışılmadık ayrıntılardan, çelimsiz ya da solgun ifadelerden bakarken giriÅŸtiÄŸi bir tür maskesizleÅŸtirme çabası gibi. Ve bu da, Barthes’ın ifadesiyle; görüntünün görmemize izin verdiÄŸinin ötesinde bir tutku baÅŸlatıyor, baÅŸlatabiliyor.

 

Yıldız Moran’ın kendine; kendi çıplaklığına ve suretine cesaretle dokunabilmek için, daha ne kadar derine ve öteye gitmesi gerektiÄŸini kestiremediÄŸi bir kaybolma sürecinde, yakınlaÅŸtığının izlerini taşıyor bu kareler. Bu anlamda, dönemindeki pek çok fotoÄŸrafçının aksine kendisiyle buluÅŸabilmiÅŸ, kendi üslubunu oluÅŸturabilmiÅŸ bir fotoÄŸrafçı olduÄŸunu söyleyebiliriz Moran’ın.

 

Sanat ve fotoÄŸraf, aynı’lıklardan deÄŸil, ayrı’lıklardan çoÄŸaldığında kiÅŸiselleÅŸebilir. Her sanatçı/fotoÄŸrafçı ayrı’dır, baÅŸka gerçekliklere sahiptir, farklı hayaller, hüzünler ve kendi olma halleri yaÅŸar ya da yaÅŸamaz. YaÅŸadıkları kadar, yaÅŸamadıklarının toplamıdır kendi olma hallerini oluÅŸturan. Bu haller genelleÅŸtirilebilir, ortaklaÅŸtırılabilir haller deÄŸildir. Sanat konsensüs üzerine deÄŸil, çatışmalar üzerinden kurgulandığında “biricik” olma ruhuna kavuÅŸur ve bu biriciklik sayesinde bilmediÄŸi ruhları, dünyaları rahatsız ederek çoÄŸaltabilir. ÇoÄŸalan ve çoÄŸaltan sorulardır, akıl karışıklıkları ve yeni (s)ayıklamalardır; kendine, yaÅŸadıklarına ve hayata dair. Direnmektir; kaybolmaya, sorusuz kalmaya ve maskelere... Hayata yüzeyden deÄŸil, derinden karışmak ve teslim olmamaktır. Sanat bu ayrı’lıkların yeÅŸerebileceÄŸi en verimli, en özerk ortamdır. Rahatsız ediciliÄŸi de buradan gelir.

 

FotoÄŸrafla ilgili bugün gelinen noktada, ilk dönemlerin tekniÄŸe indirgemeci yaklaşımlarından uzaklaşılmış olmakla birlikte, fotoÄŸraf üzerine neredeyse kemikleÅŸmiÅŸ ve kurumsallaÅŸmış temel atıfların birikimlerinin tamamıyla bertaraf edildiÄŸini söyleyebilmek zordur. BaÅŸlangıcı 1855 yılında “gerçekçilik” olarak adlandırılan bir sanat akımına kadar dayandırılabilecek ve fotoÄŸrafta modernistlerin savundukları estetik arılık arayışından, mükemmel kompozisyon uygulamalarından ancak yüzyılın sonuna doÄŸru uzaklaşılmıştır. Kompozisyonda “altın kuralın” yerini, “kuralsızlık” almış, “güzel olana karşı belirgin bir soÄŸukluk duyan son kuÅŸakların fotoÄŸrafçıları da, son kertede yatıştırıcı bir ‘basitleÅŸtirilmiÅŸ form’ (Weston’un deyiÅŸi) yerine düzensizliÄŸi göstermeyi, çoÄŸunlukla sarsıcı nitelikte bir anekdotu çıkarıp ayırmayı tercih etmiÅŸlerdir.” (Susan Sontag, FotoÄŸraf Üzerine, Agora Kitaplığı, 2008, s.124) FotoÄŸrafı “yapan” unsurlar; kurallardan kuralsızlıklara, hayallere, tekinsizliklere, kusursuz olandan kusurlu olanın da çerçeveye dahil edilmesine uzanan insanlık hallerinin kapsamlı bir tezahürü olmaya baÅŸlamıştır.

 

FotoÄŸrafı yapan, görüntüye ruh ve derinlik katan aynılık deÄŸil, ayrılık ve bu ayrılıkların ancak sorgulanarak çoÄŸaltacak yüzüdür. Sanata dair olan (tıpkı yaÅŸama dair olan gibi) ÅŸu mottoya yakındır: Fark yaratan farklılıktır ve farklılık bir yandan da bu dünyanın içinde ötekileÅŸtirilmiÅŸ, yok sayılmış, görmezden gelinmiÅŸ hatta ötelenmiÅŸ dünyaların aralanmasıyla; çirkin, ucube, eksik, sübjektif zamanların, hayatların, durumların da farkına varmaktır. BaÅŸarılı hayatın karşısına baÅŸarısız hayatı, güzel görünüÅŸleriyle dikkat çeken kiÅŸilerin yerine sıradanlıkları koymaktır. Toplumların, kendimizin ya da baÅŸkalarının hayatlarını, yaÅŸadıklarını görmezden geldikçe, yok saydıkça; duyguları, düÅŸünceleri, yaÅŸananları, soruları içtenlikle sormayıp, çeliÅŸkilerimiz üzerinden tarihi yeniden okumayı denemedikçe ve baÅŸka akıl karışıklıkları yarat(a)madıkça; hayata karşılıklılık prensibi çerçevesinde, ötekini de kucaklayacak ÅŸekilde katılmazsak azal(t)ırız. Çünkü hayatı sadece güzel olanla, mükemmel olanla açıklamak ve kucaklamak mümkün deÄŸildir, hayat ancak karşıtlarıyla var olur. Onları yok saydığımız kadar hayattan uzaklaşırız. Sanat hayatın kendisinden ayrı, uzak bir ÅŸey deÄŸildir, içinden çıkar ve hayatı yapan tüm bileÅŸenleri bünyesinde barındırır ve ifÅŸa edilmesine farklı disiplinler (fotoÄŸraf, edebiyat, resim, felsefe, ÅŸiir, tiyatro, heykel vd. ) aracılık eder. Bu aracılıkta önemli olan hayata, hayatta olana ne ÅŸekilde dokunulduÄŸu, dokunulup dokunulamadığıdır. Kısaca fotoÄŸraf, kusursuz bir güzellik ideali ile kusurluluk halleri, dünyayı süsleme çabalarıyla, dünyanın maskesini indirme gayretleri arasında salınır durur. Alışılmış görme biçimlerinin kalıplarını kırabilmek için de böylesi bir karşıtlık ekseninde duruyor olmak gerekir.

 

FotoÄŸraf tarihi de tıpkı hayat gibi böylesi bir yelpazeden; hayat, insan, duygular, yeni sorular ve sorgulamalar noktasından okunmaya ihtiyaç duyar. Böylece, geriye dönük olarak herkes için fotoÄŸrafın ne olup olmadığının (sanat, belge, kopya, alıntı, hepsi, hiçbiri?) tartışılması ve sorgulanması çok daha saÄŸlıklı, eÅŸitlikçi, ufuk açıcı bir zeminden yapılabilecektir

 

1937’de Beaumont Newhall tarafından 1839’dan Günümüze FotoÄŸraf Tarihi adıyla yayınlanan ilk fotoÄŸraf tarihi kitabı, seçilmiÅŸ fotoÄŸrafçılar, ülkeler ve akımlar çerçevesinde kurgulanmıştır. Kısaca, fotoÄŸraf tarihi de, tıpkı sanat tarihi gibi, gözardı edilen, “sayılmayan” fotoÄŸrafçıların ve ülkelerin eksikliÄŸiyle oluÅŸturulmuÅŸtur. Günümüzde de geçerliliÄŸini koruyan bu kurumsallaÅŸmış, kemikleÅŸmiÅŸ anlayış, yöntem ve seçimleri seyreltebilmek ve fotoÄŸraf olanı çoÄŸaltabilmek için “‘normal’ seçkiyi ÅŸüpheli hale” (Nanette Salomon, “Sanat Tarihi Kanonu: Dışlama Günahları”, Sanat Cinsiyet, Sanat Tarihi ve Feminist EleÅŸtiri, ed. Ahu Antmen, İletiÅŸim Yayınları 1311, Sanat Hayat Dizisi 13, 2008, s. 171.) getirecek yeni görsel okuma önerilerinin geliÅŸtirilmesi gerekir.

 

Türkiye’de fotoÄŸrafın 80’lerin sonuna kadar özeli deÄŸil, geneli gören; iç bakışları deÄŸil, dış bakışları kendine kılavuz edinmiÅŸ bir yaklaşımı olmuÅŸtur. Uzun yıllar -hatta kısmen bugün bile “güzel” olanın, güzelleÅŸtirmelerin ve dünya fotoÄŸrafının 20’li, 30’lu yıllarla birlikte terk ettiÄŸi mükemmel renk-denge  kompozisyon öÄŸeleriyle oluÅŸturulan doÄŸrudan fotoÄŸrafın peÅŸinde olmuÅŸtur. KiÅŸisel olmaktan uzak idealleÅŸtirilmiÅŸ “güzel” görüntüler kalabalıkların ilgi ve beÄŸenisine sunularak, çoÄŸunluk tarafından onaylanarak kabul edilmeyi ve alkışlanmayı bekler. Sontag haklıdır, “fotoÄŸraf güzelleÅŸtirir” ama hayattan, yaÅŸanılanlardan, tarihten ve öz(n)el olandan bu derece koparıldığında ise kimliksizleÅŸir. Türkiye’de 80’li yılların sonuna kadar fotoÄŸrafın “genel” resmi genelde bu ÅŸekildedir. İşte bu genele yayılan güzelleÅŸtirme arayışları içinde ve 1980’lerin sonuna kadar farklılıkların, ayrı’lıkların deÄŸil, aynı’lıkların tarafında kalınması Türk fotoÄŸraf geleneÄŸinin oluÅŸumuna da engel olmuÅŸtur.

 

1950’li yıllarla birlikte fotoÄŸraf çekmeye baÅŸlayan, Yıldız Moran’ın fotoÄŸraflarına ve fotoÄŸrafçılığına bu çerçeveden bakıldığında; bu gelenekçi yaklaşıma kadın fotoÄŸrafçı olması da eklendiÄŸinde (ki bu gruba rahatlıkla 20. yüzyılla birlikte Türk fotoÄŸraf tarihinin aktörleri arasında aslında yer almış, bir parçası olmuÅŸ ancak kendileri ve fotoÄŸrafları hakkında çok çok az bilgimiz olan Naciye Suman (1881-1973), Maryam Åžahinyan (1911-1996), Semiha Es (1912-2012) ve Eleni Küreman’ı da (1921-2001) dahil edebiliriz) karşımıza neredeyse “yok sayılma” yahut “göz ardı” tarihi olarak adlandırılabilecek bir dönem hatta dönemler ve bu dönemlerin kadın fotoÄŸrafçıları çıkar. Adları da, fotoÄŸrafları da bilinmeyen...

 

Türk fotoÄŸrafı kendine ait fotoÄŸrafın izini, 80’li yılların sonlarıyla birlikte farklılaÅŸan anlayışlar, yaklaşımlar ve ayrı’lıklar üzerinden yeni görsel okuma önerileriyle sürmeye devam ettiÄŸinde belki de bugüne kadar göz ardı edilmiÅŸ yeni “Yıldız” Moran’larla karşılaÅŸarak, Osmanlı’dan günümüze yeni bir fotoÄŸraf tarihi okuması da mümkün olabilecektir.

​

Laleper Aytek

Kasım 2013

​

​

© 2015 - 2025 Yıldız V. Moran Archive

bottom of page